27 Nisan 2007

Üç Kafadar Kedi

Kıl Kuyruk, Şanslı ve Duman üç iyi arkadaştılar. Üçü de annelerini çok az görmüşlerdi. Kimsesiz bir kedi yavrusu olarak başladıkları yaşamlarının zorluğunu mahallenin köşesindeki ciğercinin vermiş olduğu yiyecek ve su ile atlatmışlardı. Gerçi yiyecek ve su bulmak için yine epeyce bir uğraşmaları gerekiyordu ama artık daha ustalaşmışlardı.

- "Karnım çok acıktı", dedi Duman.
- "Senin doyduğunu hiç görmedim", dedi Şanslı. Burnu ile şakacıktan Duman’ın karnına toslayarak.
- "Hadi şu pastanenin arkasına gidelim, dünden kalan kekleri atmışlardır. Bakarsınız kremalı pasta bile buluruz", dedi Kıl Kuyruk.

Kıl Kuyruk, Şanslı ve Duman güneşlenmek için çıktıkları araba tamircisinin çatısından inip birlikte pastaneye doğru yola çıktılar. Karşıdan karşıya geçmeleri gerekiyordu ve trafik çok hızlı akıyordu. Bir çöp kutusunun yakınında durup yolu gözetlemeye koyuldular. Ama arabalar duracak gibi değildi. Bir ara Şanslı geçmek için hamle yapar gibi olduysa da Kıl Kuyruk hemen onu tutup geri çekti. Şanslı az kalsın son sürat giden bir arabanın altında kalacaktı.

- "Çok teşekküler Kıl Kuyruk. Beni kurtardın", dedi Şanslı. Pembe burnu korkudan bembeyaz olmuştu.
- "Çok dikkat etmeliyiz", dedi Kıl Kuyruk. "Karşıdan karşıya hızla geçmemeliyiz. Önce yolu kontrol etmeliyiz. Hiç araba gelmiyorsa geçmeliyiz ve önce solumuza sonra sağımıza sonra yine solumuza bakıp geçmeliyiz. Tabii trafik lambası da var ise onu da kontrol etmeliyiz. Kırmızı dur, sarı bekle, yeşil geç demek, unutmayın."
- "Hep unutuyoruz," diye hayıflandı Duman. Bir yandan da patisi ile çöp kutusunun altında bulduğu gazoz kapağı ile oynuyordu.

Neyse ki, trafik biraz azaldı. Kıl Kuyruk, Şanslı ve Duman yolu kontrol edip birlikte hızla karşıya geçtiler. Pastaneye az kalmıştı ama fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusu daha şimdiden burunlarına geliyordu.

- "Aaa bakın, Fatma Teyze ekmek alıyor. Eğer acele edersek biraz bize ekmek içi verir", dedi Duman.

Fatma Teyze’yi pastanenin çıkışına yakaladılar. Yaşlı kadının etrafında kuyruklarını tatlı tatlı sallayarak miyavlamaya başladılar. Fatma Teyze mahallenin en yaşlılarından biriydi. Eşi öldüğü için yalnız yaşıyordu ve her gün bu saatlerde ekmek almak için pastaneye giderdi. Fatma Teyze, etrafında dolanan üç kediyi hemen fark etti.

- "Ah güzellerim siz mi geldiniz? Karnınız aç değil mi? Ah, ah, kimse size yemek vermiyor değil mi bi tanelerim", deyip Fatma Teyze aldığı taze ekmeğ ortasından bölüp içinin bir kısmını küçük topaklar yapıp Kıl Kuyruk, Duman ve Şanslı arasında pay etti. Üçü de bir hamlede lokmaları yutuyorlardı. Çünkü sabahtan beri sokak satıcısının bıraktığı yarısı kalmış fasulye konservesinden başka bir şey yememişlerdi.

Kıl Kuyruk, Şanslı ve Duman, Fatma Teyze’ye teşekkür ettiklerini belli etmek için kuyruklarını hafifçe onun bacağına doladılar. Fatma Teyze de onların ayrı ayrı kafalarını okşayıp evine doğru yürümeye başladı.

- "Çok iyi bir insan", dedi Şanslı.
- "Evet ama bugünlerde çok üzgün", diye devam etti Duman.
- "Nerden biliyorsun", diye sordu Kıl Kuyruk.

Duman anlatmaya koyuldu. Geçen akşamlardan birinde Fatma Teyze’nin penceresinin önüne çıkmıştı. Bu pencereye bayılıyordu. Erguvan ağacına konan kuşları buradan daha güzel izleyebiliyordu. O gün de pencerenin önüne geldiğinde Fatma Teyze’yi odada yalnız başına eşinin fotoğraflarına bakarken görmüştü. Hazırladığı akşam yemeğinden bile hiç yememişti. Yaşlı kadın eşini çok seviyor olmalıydı ve onu çok özlediği her halinden belli oluyordu. Duman’ın pencerenin önünde olduğunu bile farkedemeyecek kadar dalmıştı. Duman bütün bunları bir çırpıda, Kıl Kuyruk ve Şanslı’ya anlattı. Kıl Kuyruk ve Şanslı da çok üzülmüşlerdi.

- "Bir şeyler yapmalıyız", dedi Şanslı.
- "Evet kesinlikle bir şeyler yapmalıyız. Ama ne?" dedi Kıl Kuyruk.
- "Benim aslında bir fikrim var", dedi Duman ve anlatmaya koyuldu.

- "Her sabah ve akşamları onu ziyarete gidelim. Hem eve girmemize de kızmıyor. Her gün birimiz eve girip kucağına atlayalım ve bizimle oynamasını sağlayalım. Üstelik bize de yemek verecektir. O yemeden yemeyelim. O zaman biz yemek yiyebilelim diye kendisi de bir şeyler yiyecektir."
- "Bu fikri tuttum", dedi Kıl Kuyruk.
- "Ben de, ben de" diye miyavladı Şanslı. "Hemen yapalım."

Kıl Kuyruk, Şanslı ve Duman pastanenin arkasına geçip dünden kalma bırakılmış kek olup olmadığını kontrol ettiler. Yanılmamışlardı. Sadettin Amca yine bir kartonun üzerine dünden kalan kekeleri küçük parçalara ayırıp onlar için bırakmıştı ve keklerin yanına bir tas da su koymayı unutmamıştı. Üçü de iştahla kekleri yediler. Susuzluklarını gidermek için de sudan içtiler. Şimdi Fatma Teyze’ye gidene kadar çocuk parkının sessiz bir köşesinde biraz kestirebilirlerdi. Hem bu akşam epey bir işleri vardı.

Güneş yavaş yavaş mahallenin üzerinde batarken, Şanslı ilk uyanan oldu. Kıl Kuyruk ve Duman hala keyifle uyuyorlardı. Duman hatta rüya görüyor olmalıydı. Elleri ve bıyıkları ile rüyasında bir şeyleri yakalamaya çalışıyordu. Şanslı her ikisini uyandırmakta biraz zorluk çekti. Duman hala uykulu gözüküyordu, Kıl Kuyruk ise hızla patileri ile yüzünü temizlemeye koyuldu. Yarım saat sonra ekip Fatma Teyze’ye gitmek üzere hazırdı.

- "Kestirmeden gidelim", dedi Duman.
- "Şu çıkmaz sokağın yanındaki kitapçının çatısından geçip mi?", diye sordu Şanslı.
- "Ama oradaki çocuk bizi görünce hep köpeğini bizim üzerimize salıyor", dedi Kıl Kuyruk.
- "Neden böyle yapıyor anlamıyorum", diye söylendi Duman. "Az kalsın geçen gün benim kuyruğumu ısırıyordu. Hem korkumdan yüreğim duracak sandım."
- "Evet", dedi Şanslı. "Ben de az kalsın kendimi korumak için köpeğin yüzünü çizecektim. Ona da yazık, ama bu çocuk bir türlü bu huyundan vazgeçmiyor ki."
- "O zaman uzun yolu kullanacağız", dedi Kıl Kuyruk.
- "Off gene çok yürüyeceğiz, üstelik gene trafikten geçmek zorundayız", dedi Duman.

Kıl Kuyruk, Şanslı ve Duman, yavaş yavaş yürümeye başladılar. Trafik bereket versin ki, azalmıştı. On beş dakika sonra Fatma Teyze’nin evine vardılar. Yavaşça bahçe duvarına çıkıp sırayla pencerenin önüne zıpladılar. Fatma Teyze akşam yemeğini hazırlamış ama hiç dokunmamıştı. Masada öylece duruyordu. Bugün pastaneden aldığı ve yarısını kedilere verdiği ekmek de masadaydı. Yine elinde bir sürü fotoğraf koltukta yalnız başına oturuyordu.

- "Sıra sende Duman", dedi Kıl Kuyruk.
Duman odaya atlayıp Fatma Teyze’nin yanına çıktı. Aniden yaklaşıp onu korkutmak istemiyordu. Fatma Teyze, Duman’ı miyavlamasından fark etti. Duman’ı görünce gözleri sevinçle parladı.
- "Sen mi geldin küçücüğüm. Gel gel bakalım. Sen de benim gibi yalnızsın anlaşılan", dedi Fatma Teyze.

Duman Fatma Teyze’nin kucağına çıkıp fotoğrafları kapatacak şekilde kucağına yattı. Fatma Teyze de Dumanı sevmeye başladı. Duman da patileri ile Fatma Teyze’nin eliyle oynayarak ona sevgisini belli ediyordu.

- "Sen acıkmışsındır", dedi Fatma Teyze, Duman’a bakarak. Pencereden onları gizlice izleyen Şanslı ise Kıl Kuyruk’a dönüp “Keşke önce ben gitseydim.” diye hayıflandı.

Fatma Teyze masadaki yemekten bir parça alıp küçük bir tabağa koyarak Duman’a verdi. Ama Duman yemedi.

- "Ama tadı çok güzel", dedi Fatma Teyze. "Beğenmedin mi?" Duman yine bekledi.
- "Tadı gerçekten güzel" dedi Fatma Teyze. "Bak ben tadıyorum. Hımmm çok lezzetli. Hadi sen de yesene", dedi Fatma Teyze. Duman Fatma Teyze yiyince yemekten bir parça aldı.

Fatma Teyze bir süre sonra Duman’ın o yemek yiyince yemekten yediğini anladı ve Duman’ın yemek yemesi için kendi tabağına koyduğu yemeği bitirdi. Plan işe yaramıştı. Fatma Teyze üzücü anılardan uzaklaşmış, üstelik elini sürmediği akşam yemeğini de bitirmişti. Duman yemek bittikten sonra Fatma Teyze’nin elini yalayıp teşekkür etti. Sonra pencereye zıplayıp kuyruğunu “hoşçakal” der gibi sallayıp Kıl Kuyruk ile Şanslı’nın yanına gitti.

- "Plan işe yaradı arkadaşlar", dedi Duman sevinçle.
- "Evet ama yemekleri sen yedin", dedi Şanslı hala somurtarak.
- "Üzülme", dedi Kıl Kuyruk, Şanslı’ya. "Yarın kahvaltıya da sen gidersin."
- "Şimdi ne yapıyoruz", diye sordu Duman.
- "Ne yapacağız, gidip sincapları izleyeceğiz", dedi gülerek Şanslı.

Kıl Kuyruk, Şanslı ve Duman her akşam çocuk parkının içindeki ceviz ağacının yakınlarındaki sincapları izliyorlardı. Sincaplar ceviz ağacından düşen cevizleri tek tek toplayıp uzun ve sağlam dişleri ile keyifle kırıp yiyorlardı. Kıl Kuyruk, Şanslı ve Duman da saklandıkları çiçeklerin arkasından gülerek onları izliyorlardı. Bu akşam da öyle yapacaklardı. Üç arkadaş çocuk parkına doğru yürümeye başladılar. Duman bir kedi çocuk şarkısını mırıldanmaya başladı. Kıl Kuyruk ile Şanslı ise yol boyunca şakalaşıp durdular.

24 Nisan 2007

Bayram Anım

Dün çok güzel bir gün ve bayram yaşadım. O sabah geç uyandığımdan, stadtaki törene yetişemedik. Annem ve babamla beraber şehirden 10 dakika uzaklıktaki açıkhava alışveriş merkezine gittik. Oranın adı "Avantaj". Mağazalar, çocuk parkı, oyun yerleri ve yemek bölümleri var. Doyasıya oyun oynadım, salıncağa bindim, kaydıraktan kaydım. Hava da çok güzeldi. Bir sürü çocuk vardı. Onlar da benim gibi aileleriyle gelmişler. Çok yorulup acıkınca da yemek yedik. Fotoğraf makinesini evde unuttuğumuzdan, oradaki fotoğraflarım bizimkilerin cep telefonunda şu an. Bir yolunu bulup, bilgisayara aktarabilirlerse, fotoğraflarımı da daha sonra yayınlarım. Akşam olup da eve gitme vakti geldiğinde çok üzüldüm. Hiç eve gelmek istemedim. Ama daha sonraki günlerde tekrar gelme sözü aldım ve eve gitmeye ikna oldum. Bu günü biz çocuklara armağan eden Atatürk'ümüze tekrar teşekkür ederim.

23 Nisan 2007

BİZİM BAYRAMIMIZ


Bu gelen bizim bayram
Yükseldi bak ünümüz.
23 Nisan bizm
En şerefli günümüz!

Al bayrağı açalım,
Gel gidelim törene.
Bin teşekkür, bizlere
Bugünleri verene...

Bizim için harcanan
Boşa gitmez bu emek,
Çünkü her Türk çocuğu
23 Nisan demek...


İsmail Hakkı SUNAT

22 Nisan 2007

Muppet Show " Mana mana"


Annem ve babam anlatır dururdu hep,
gerçekten harikaymış, sizce ?

21 Nisan 2007

Farkı Bulun...



Bulduğunuz farkları yorum bölümüne yazarsanız, sevinirim...



18 Nisan 2007

Ben de sobelendim :)

http://ezgilimm.blogcu.com/ (Ezgi ablam) beni sobelemiş. Saklambaçı severim. Özellikle yemek saatlerinde annemden saklanmak çok hoşuma gider. :) Ama her seferinde de yerimi bulur.
Şimdi en sevdiğim çizgifilmleri yazalım bakalım:

İlk sırada Cedric var. Bu en sevdiğim çizgifilm. Hiçbir macerasını kaçırmam.

Casper; Çok iyi kalpli bir hayalet. Herkese yardım etmesini çok seviyorum. Öteki hayaletler kötü kalpli. Herkesi korkutuyorlar.

Winx; Hergün "D Çocuk" kanalında çıkıyor. En sevdiğim özellikleri uçabilmeleri. Ne kadar yükseğe zıplarsam zıplayayım, onlar gibi uçamıyorum. Bu da beni sinir ediyor.

Scooby Doo; Bu da sonuncusu... Bu çizgifilm de bana çok eğlenceli geliyor. Köpeğin herşeyden korkmasına çok gülüyorum.


17 Nisan 2007

Cbox açıldı...

Değerli büyüklerim, sevgili arkadaşlarım. Yoğun istekleriniz üzerine bir mesaj kutusu açıldı. İlgilerinize çok teşekkür ederim. Ama buna karşılık benim de sizlerden bir isteğim var... Lütfen konularımı yorumsuz bırakmayın ki, sayfam daha da güzelleşsin. Olur mu? Hepinize sevgilerimi sunarım.

15 Nisan 2007

"Happy Easter Game"





Mükemmel bir oyun arkadaşlar, rengarenk yumurtaları topluyoruz.


Ama sakın haa, sadece yumurtaları !







14 Nisan 2007

Bir çocuğun hayalini gerçekleştirmek ister misiniz?

23 Nisan 2007 Ulusal ve Egemenlik Çocuk bayramı kapsamında bu sene beşincisi düzenlenecek olan 1001 Çocuk 1001 Dilek 2007 projesi başladı.

Fakir çocuklar hayallerini kurup mutlu oldukları ve hiç gerçekleşmeyeceğini sandıkları birer dilek tutular.

Deniz Feneri, çocukların dileklerini gerçekleştirmeyi amaçlayan 1001 Çocuk 1001 Dilek 2007 projesini beşinci kez hayata geçiriyor.

Daha çok çocuğun dileğinin gerçekleşmesi ve mutlu olması için gelin el ele verelim.

http://www.1001dilek.com/'u klikleyerek bekleyen dilekleri seçip, siz de fakir bir çocuğun dileğini gerçekleştirebilrsiniz.

12 Nisan 2007

Fasülye Yetiştirelim

Plastik bir kabın içini pamuk ile kaplayalım. Üzerine bir kaç tane fasulye serpiştirelim. Daha sonra fasulyelerimizin üzerini bir miktar pamukla örtelim. Son olarak da pamuğun üzerine bir miktar su dökelim ve pamuk kurudukça sulamaya devam edelim. Birkaç gün fasulyedeki değişiklikleri gözlemleyelim.

Sonuç: Pamukların arasındaki fasulyelerin sulandıkça yeşerdiği görülür. Bitkiler de biz insanlar gibi canlı varlıklar olduğu için, su onların da en temel besin kaynağıdır.

11 Nisan 2007

Fırıldak


Malzemeler:

* Resim kağıdı
* 25-30 cm’lik bayrak çıtası
* 2 adet yuvarlak boncuk
* Çekiç
* Makas
* Cam çivisi
* Pastel boya, sulu boya, gazlı kalemler




YAPILIŞI:

Resim kağıdı, kare şeklinde katlanarak, fazlası kesilir. Elde edilen karenin diğer iki köşesi de üst üste konularak katlanır. Köşelerden oluşan dört çizginin üzerinden orta noktaya doğru makasla kesilir. Kağıt, istenilen şekillerde boyanır, desenler çizilir. Ardından bayrak çıtası da istenilen şekilde boyanır. Boyama bittikten sonra kağıt, köşelerinden ortaya doğru katlanır. Çiviye, önce boncuk takılır. Ardından boyamış olduğumuz kağıdın dört köşesinde teker teker çivinin ucu batırılır ve kağıdın ortasından geçirilir. Pervane biçimi elde edildikten sonra çivini ucuna bir boncuk daha takılır. Küçük bir çekiçle pervanenin iğnesi sopaya tutturulur. Boncuklar, pervanenin dönmesini kolaylaştırır.

10 Nisan 2007

Sihirli Fasülye

Bir zamanlar yoksul ve dul bir kadın varmış. Oğlu çok tembel bir delikanlı olduğu için paraları yok denecek kadar azmış. Bir gün o kadar zor bir duruma düşmüşler ki, kadıncağız ellerinde kalan tek mal varlığını, Süt Beyazı isimli ineklerini satmaya karar vermiş. Oğluna ineği pazara götürüp satabileceği en iyi fiyata satmasını söylemiş. Delikanlı pazara giderken yolda tuhaf bir yaşlı adama rastlamış. Yaşlı adam ineğe bir göz atmış ve delikanlıya, “Bak çocuğum, bana bu ineği verirsen karşılığında sana çok değerli şeyler veririm,” demiş. Sonra cebinden beş fasulye tanesi çıkarmış.
“Fasulye tanesi mi?” demiş delikanlı tereddütle.”
“Ama bunlar sihirli,” demiş yaşlı adam. Adam öyle deyince bu iş delikanlının aklına yatmış ve fasulyeler karşılığında Süt Beyazı’nı yaşlı adama vererek yaptığı değiş tokuştan memnun, eve dönmüş. “Anne! Bak elimde ne var!” diye seslenip olanları anlatmış delikanlı eve dönünce. Ama annesi ona çok kızmış. Anlattıklarına da inanmamış.
Sabah olunca delikanlı gözlerine inanamamış. Yatak odasının penceresinden, dışarıda bir bitkinin hızla büyüdüğünü görmüş. Bu ne bir ağaç, ne de dev bir ayçiçeğiymiş; göğe doğru büyümüş sihirli bir sırık fasulyesiymiş. Delikanlı hemen pencereden sarkıp sihirli fasulyeye tutunmuş ve tırmanmaya başlamış.
Yarım saat sonra kendini, her şeyin normalden daha büyük olduğu garip bir ülkede bulmuş. Tarlaların ötesinde çok büyük bir ev varmış. Delikanlı evin yanına gidip kapıyı çalmış. Kapıyı bir kadın açmış.
“Yiyecek bir şeyiniz var mı?” diye sormuş delikanlı.
“Var,” demiş kadın. “Ama dev kocam gelince ortadan kaybolman gerek. Çünkü çocuklara hiç dayanamaz, onları hemen yer.”
Delikanlı tam bir şeyler yemek üzere sofraya otururken, dışarıdan birinin gür bir sesle şunları söylediğini duymuş:
“Fee-fi-fo-fum,
işte bir çocuk kokusu duydum.”
“Fırına saklan. Hemen!” demiş kadın delikanlıya. Sonra da kocasına, “Ne çocuğu hayatım, dün kediye verdiğim et parçalarının kokusunu aldın herhalde,” diye seslenmiş.
Yemekten sonra dev kese kese altınlarını saymaya başlamış. Kısa bir süre sonra altın saymaktan yorulup uykuya dalmış. Delikanlı saklandığı yerden çıkıp bir kese altın almış. Keseyi sihirli fasulyesinden aşağıya atmış, ardından fasulyenin sırığına tutuna tutuna aşağıya inmiş. Annesi artık şanslarının döndüğüne bir türlü inanamamış.
Ama birkaç ay sonra ellerindeki tüm altınlar bitmiş. Delikanlı tekrar sihirli fasulyesine tırmanarak devin yaşadığı ülkeye gitmiş. Devin karısı bu kez ona kuşkucu bir şekilde davranıyormuş.
“Geçen gelişinde bir kese altınımız kayboldu,” diye iğnelemiş onu. Ama yine de delikanlıyı içeri almış.
Çok geçmeden dev çıkagelmiş. “Fee-fi-fo-fum,” diye bir şarkı söylüyormuş. Bunu duyan delikanlı hemen yine fırına saklanmış.
“Ne çocuğu, hayatım,” demiş devin karısı. “Dün yediğin piliç haşlamanın kokusunu duydun herhalde. Sen etli böreğini yemene bak!”
Yemeğini bitirdikten sonra dev, karısına, “Bana tavuğumu getir.” demiş. Karısı hemen tavuğu getirmiş. “Yumurtla!” diye emretmiş dev ve delikanlının hayret dolu bakışları altında tavuk altın bir yumurta yumurtlamış. Tabii delikanlı tavuğu da alıp evine götürmüş.
Delikanlı ile annesi böylece zengin olmuşlar. Ama bir yıl sonra çocuk şansını bir kez daha denemeye karar vermiş ve tekrar sihirli fasulyesine tırmanmış. Bu sefer eve, devin karısına görünmeden girip, bir bakır tencerenin içine saklanmış. Dev girmiş içeri. “Fee-fi-fo-fum,” diye başlamış yine tekerlemesine.
“Eğer bu yine o lanet olası çocuksa, fırına bak hayatım, kesin oradadır,” demiş karısı.
Delikanlı orada değilmiş tabii ki.
“Buralarda bir yerde, eminim,” diye gürlemiş dev, ama karısıyla birlikte evin altını üstüne getirmelerine rağmen onu bulamamışlar. Bu sefer dev yemekten sonra altın bir harp çıkarmış ortaya. “Söyle!” diye emretmiş ve harp ninniler söyleyip onu uyutmuş. O an delikanlı bu harpı her şeyden çok istediğini anlamış. Horlamakta olan devin dizine tırmanmış, masaya atlamış ve harpı kapmış. “İmdat!” diye bağırmış harp. Delikanlı, sırtında harp, masadan aşağıya atlamış. Dev peşine takılmış. Delikanlı sihirli fasulyesini yarıladığında harp, “İmdat!” diye bağırmış yine. Dev delikanlının peşinden sırık fasulyesine atlamış. Delikanlı aşağıya ulaşınca, “Anne! Çabuk bir balta getir,” diye bağırmış. İkisi birlikte sihirli fasulyeyi baltayla kesmeye başlamışlar. Bir süre sonra sihirli fasulyeyle birlikte dev de yere düşmüş ve anında ölmüş. “Ohh!” demiş çocuk. “Kurtulduk!”

O günden sora delikanlıyla annesi zenginler gibi yaşamışlar. Onlar söyledikçe tavuk altın yumurta yumurtluyormuş. İnsanlar altın harpı dinlemek için onlara para ödüyorlarmış. Delikanlının güzel bir prensesle evlendiği de söyleniyor. Kim bilir, belki de gerçekten evlenmiştir.

Taş Devri Oyunu

İşte size eğlenceli bir oyun.
Oyuna başlamak için resmin üzerine tıklayınız.
İyi eğlenceler...

Uçurtma

Küçük çocuk, bahar gelince, en çok uçurtma uçuran ağabeylerin peşine takılmayı severdi. Onlarla yaylaya gider, uçurtmaların havaya yükselmesine, sallanarak ipinden kurtulmaya çalışmasına bakardı özlemle... Bazen, uçurtma rüzgarın etkisi ile bir sağa bir sola kıvrıldığında, ipini koyvermek, uçurtmaya özgürlüğüne kavuşturmak geçerdi içinden. Uçurtmanın rüzgarla şişen göğsünü kullanarak yükselmesine, uzaklara, erişilmeyecek yüksekliklere çıkmasına şaşkınlıkla bakar, çoğu kez onun gibi özgürce uçmak isterdi. Büyük çoçukların denetimindeki uzun ipi, sıkıca kavrayıp, bir kaç kulaç çektikten sonra, birden bırakmak çok hoşuna giderdi. Bunu yapabilmek için kara gözlerini açıp, uslu uslu oturur, kendisine fırsat verilmesini beklerdi sessizce... Bazen çömeldiği yerden doğrulur, uçurtma uçuran çocuğun yanına değin yaklaşır, farkında olmadan, alçak sesle uçurtmanın ipinden tutmak istediğini söylerdi. Eğer izin verirlerse gözleri ışıldar, taşkınlık yapmadan küçük elini uzatıp uçurtmanın gergin ipinden tutar, kendine doğru biraz çektikten sonra, bırakırdı yavaşça. Uçurtmanın ve ipin ağırlığını elinde hissetmek, gücü yettiğince çekmek, biraz olsun uçurtmanın özgür uçuşunu yönlendirmek ne kadar güzel gelirdi kendisine. Sonra teşekkür eder ve yerine dönüp, çömelerek izlerdi bu uçuşu. İki eli yanaklarında, gökyüzünün derinliklerindeki uçurtmaya bakardı sonsuza değin. Ona göre uçurtma, bir kartal kadar mağrur ve alımlı süzülürdü açık mavi gökyüzünde. Sanki göklerin tek hakimiydi. Yukarıdan bakardı, aşağıdakileri küçümseyerek. Onun bildiği; Altıgen çıtalara gerilmiş, renkli kağıtla kaplanmış, püskül gibi uzun kuyruğu olan uçurtmaydılar. Pek çoğu kendi boyundan bile büyüktü. İlk uçuşta ağabeylere yardım etmek için kuyruğundan tutuğu bile olurdu. Boyu küçük olduğudan uçutmanın başından tutturmazlardı. Zaten hiç istemedi de. Belki beceremez kendisine kızarlar, bir daha "Uçuşu hiç seyrettirmezler" diye korktuğundan böyle bir istekte de bulunmadı. Diğer küçük çoçuklar gibi kısa bir ipe bağlı şeytan uçurtması uçurmaktan hiç hoşlanmazdı. O büyük uçurtmaları seviyordu. Kısacık bir iple uçtuğu bile belli olmayan, koşan çocuğun arkasında dönüp duran kağıt parçasına, hep küçümseyerek bakmıştı. "Olacaksa kocaman uçurtmam olsun, böylesi olmasa da olur" derdi kendi kendine... Belki "Çok küçüksün" der diye babasından bile bir uçurtma istemedi. Ama hep özlemini çekti, kocaman bir uçurtmanın.

Bazen rüya görür. Uçurtması ile mavi göklerde gezerdi. Uçurtmanın nereye gideceğini ipini çekerek belirlerdi. Uçurtma çok yükselince, korkarak gözlerini açardı. Rüya olduğunu anlayıp yatağında oturur, gözlerini küçük ellerinin tersi ile oğuşturduktan sonra tekrar sırtını dönüp uyurdu. Hep rüyasına kaldığı yerden sürdürmek ister, ama bir türlü beceremezdi. Uçurtma mevsimi birkaç ay sürdüğünden, başka oyunlara dalar, unuturdu tutkusunu.

Bir gün, bir büyük çocuk aniden çıkan rüzgarda, uçurtma uçurmak istedi. Bir kağıt parçasını katladı, düzgün bir kare elde etti. Kağıdın kalan kısmını incecik uzun parçalara böldü ve bir şeytan uçurtması yaptı. Beyaz makara ipliğini bağladı uçurtmaya ve yaylaya yöneldi. Onu dikkatle izleyen küçük, biraz da meraktan, koşar adım, diğer çocuklarla beraber yaylanın patika yoluna düştü. Biraz sonra hep birlikte tepeye vardılar. Büyük çocuk, şeytan uçurtmasını, rüzgara karşı şöyle bir salladı, biraz sonra kağıt parçası aynı büyük uçurtmalar gibi salınarak yükselmeye başladı. Küçük, çok şaşırmıştı. Ağabey, hiç koşmadan yükseltmişti şeytan uçurtmasını. Birden aklına geldi. Çok dikkatli izlemişti ağabeyi. Aynısını kendi de yapabilirdi. O da artık diğer çocuklar gibi kendi uçurtmasını uçurabilirdi... Uçurtmayı biraz izledikten sonra eve dönmesi gerektiğini, annesinin merak edeceğini ileri sürerek diğer çocuklardan ayrıldı. Koşar adımlarla, patikadan aşağıya, evlerine doğru yürüdü. Apartmanın merdivenlerini ikişer ikişer çıktı. Zili çaldığında soluk soluğa kapının açılmasını bekledi. Heyecandan kalbi duracaktı nerdeyse. Kapı açılınca annesine hiç bir şey söylemeden, evin içine bir ok gibi girdi. Ayakkabılarının birini bir yöne, diğerini başka bir yöne fırlatırken, çıplak ayaklarla odasına doğru koştu. Çantasından en büyük defteri çıkarıp, masa üzerine koydu. Çantasını kapattı. Hemen masanın başına oturdu. Defterin orta sayfasını özenle çıkarttı. Yırtılmamasına dikkat ediyordu. Sayfayı çapraz olarak ikiye katladı, düzgün bir kare elde etti. Fazlalığı kesti bir solukta. Bu işleri yaparken hiç konuşmuyor, hatta soluk bile almıyordu. Kareyi elde edince, zafer kazanmış bir savaşçı gibi baktı sayfaya. Birkaç saat önce öğrendiği biçimde katladı kağıdı. Artan kağıttan kuyruk yaparken küçük elleri titriyordu. Kuyruğu sıkıca bükerek kağıt parçasına tutturdu. Sonra, çekinerek annesinden bir makara iplik istedi. Annesi kırmadı onu, "Kaybetmeden geri getir" deyince "Kaybetmem" dedi sevinçle ve hızla evden çıktı. Bir elinde kağıttan yaptığı uçurtma, diğerinde sıkıca tutuğu makarayla koşuyordu. Yaylaya vardığında diğer çocuklar gitmiş, çevrede yaşıtı birkaç küçük çocuk kalmıştı. Buna çok sevindi. Başarılı olamazsa büyükler görmemiş olacaktı. İpi özenle bağladı uçurtmasına. Rüzgarın hangi yönden geldiğine baktı. Birkaç metre boşalttı makarayı ve koşmaya başladı küçük adımlarıyla. Arada, dönüp bakıyordu "Uçurtma yükseliyor mu?" diye. Birden uçurtmanın birkaç adam boyu yükseldiğini fark etti, yavaşladı, ipi salmak için marakayı elinden yere yuvarladı. Döndüp baktı; Yükselen uçurtmasına, mutluluk içinde. Artık onun da bir uçurtması vardı. Hem de kendi yaptığı. Çok yükseklere çıkmazsa bile kendince yeterli yüksekliğe çıkmış, ağır ağır dalgalanarak uçan bir uçurtma. "Bundan sonraki denemede daha uzun ip istemeliyim annemden" diye düşündü uçurtmasına bakarken.

O gece mutluluk içinde uyudu. Hiç korkmadı. Rüya da görmedi.

Eşeğe Neden Ters Binmiş

Bir gün Hoca, eşeğine binerek , arkasına takılan bir kısım insanlarla birlikte, camiden eve dönerken birdenbire durur, hayvandan iner ve yüzü insanlara dönük olarak eşeğe ters biner, yani semere ters oturur. Bunu görenler yaptığı hareketin nedenini sorarlar. Hoca şöyle der:
-Düşündüm taşındım, eşeğime böyle binmeye karar verdim çünkü saygısızlığı hiç sevmem. Siz önüme düşseniz, arkanızı bana dönmüş olacaksınız; usulsüzlük saygısızlık olur. Ben önde gitsem, size arkamı çevirmiş olacağım ki bu da doğru değildir. Böyle ters bindiğim zaman ise hem ben önünüzden giderim, siz de ardımdan gelmiş olursunuz; hem de karşı karşıya bulunuruz!

Tekerlemeler

Ayı beni korkuttu Kulağını sarkıttı
Elma verdim yemedi
Sakız verdim
çiğnedi
Hap hup kırmızı turp




Bir, iki, üç
Söylemesi çok güç
Sana verdim bir elma
Adını koydum Fatma
Hop, hop, hop
Bir büyük altı top
Ağzım minnacık
Burnum hokkacık
Yanaklarım elmacık
Gözlerim boncuk
Benim adım çocuk




Ay dede, ay dede
Evin barkın nerede?
İnce belde
İnce belin neresinde?
İki dağın arasında
Keklik getir, yağa batır
Sen yiyemezsen
Bana getir ay dede




Bir, iki, üç
Yolda oyun güç
Üç, iki, bir
Haydi eve gir
Bir, iki, üç
Ebelik pek güç
4 koca teker
5 dibe çöker
6 ne güzel
7’de dur
8’de vur
9’da atla
10’da tepe takla
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
Evimize dön
Komşunun bahçesindeki
Güllere kon




Kardan adam, kardan adam
Senden korkmaz benim babam
Süpürgen var süpürmezsin
Etrafını hiç görmezsin
Ağzın burnun kızarmış
Sanki pek çok soğuk varmış
Haydi haydi yürüsene
Hah hah hah
Diye gülsene
Ah ne süslü bebek
Üstü mavi al benek
Aman tutsam şunu ben
Hemen uçup gitmeden




Eveleme develeme
Devekuşu kovalama
Kovalarsan yaralama
Şekerleme çikolata
Şundan bundan
Kedi düştü damdan
Çıt pıt
Nerden geldin
Oradan çık
Kız saçların kıvırcık
Sana dedim sen çık

09 Nisan 2007

Filistinli çocuğun mektubu

Bağışlayın beni!
Kenarlarında renkli çiçekler olan mektup kağıtlarına yazmak isterdim.
Kelebek kanatları boyamayı,
Kuşların ötüşünü dinlemeyi,
Hatta uçurtma uçurmayı da öğrenebilirdim.
Bağışlayın beni.
Top ateşleri, bomba gürültüleri arasında doğdum ben.

Yaşım 13.
Ninniler yerine, makinelilerin takırtılarıyla büyüdüm.
Renklerden ilk önce, kan kırmızısını tanıdım.
Çiçeklerden önce, ölülerin arasında dolandım.
Hiç saklambaç oynayamadım kelebeklerle.
Üç yaşımdayken, en büyük abimi, sekizimdeyken, ortancayı kaybettim.
Babamı ellerini bağlayarak götürdüklerinde dokuzundaydım.
Gömdüğümüzde onumda.
Ablam 15 inde terk etti evi.
15 inde kızlar okula gider.
17sinde dantel örer.
Çeyiz sandığı düzer.
Bizim burada 15 inde kızlar savaşa gider.
Seçme hakkı tanımaz zorbalar bir genç kız olsan bile sana.
Ya evinde oturup ölümü bekleyeceksin.
Ha bugün, ha yarın diye diye yaşarken öleceksin. Ya dar30;
Ölümlerin ateşinden sesleniyorum size duyuyor musunuz?
Filistinliyim ben anlıyor musunuz?

***

Ama yine de yaşıyorum işte.
Çünkü kanlı topraklarda büyürken yaşamayı
Çiçek boyamayı değilse de, mezar taşlarında çiçek büyütmeyi
Kelebek kovalamayı değil ama, tüfek tutmayı öğrendik.
Sokak aralarında mermi kovanlarından oyuncak yaptık.
Patlamamış el bombaları topladık.
Mayınların üstünde sek sek oynadık.
Bu kadar nefret, bu kadar acı arasında yaşamayı,
Karanlıklar arasından güneşe bakmayı becerdik.
Onun için kocaman ve karadır gözlerimiz.
Onun için hâlâ sımsıcaktır, düşmana taş atarken nasırlaşan minik ellerimiz.
Evimizi yıktılar dün.
Bir baştan bir başa mahallemizi yaktılar.
Mermi kovanlarıyla misket oynarken biz, üzerimize bombalar attılar.
Üç arkadaşım can verdi.
Üç küçük çocuk.
Bağışlayın beni, kurtaramadım!
Sarkmıştı omzumdan aşağı kanlı kolum, uzatamadım.
Elim düştü yere, kolum çaresiz
Kanlarımız karıştı birbirine, arkadaşlarım sessiz.
İşte orada kankardeş olduk biz.
Gözlerim karardı önce.
Başım döndü.
Ama uyumak istemiyorum.
Uyursam arkadaşlarım bu dünyadan göçer diye korkuyorum.
Bağışlayın beni!
Tutamadım kendimi.
Yapıştırmadım alnıma, açık dursunlar diye gözbebeklerimi.
Kaybettim kan kardeşlerimi.

Yaşım 13.
Burada çocuklar çocuk olmaz.
Bebeler bile yaşamak için beşikten siper yapar.
Çünkü İsrail denilen zorbanın
Amerikan bombaları, beşiklere bile mezar kazar.
Ölümlerin içinden büyüyorum.
Minicik yüreğimle, ateşlerin arasından, öfkeyle geliyorum.
Dudaklarımdan dökülen özgürlük türkülerini duyuyor musunuz?
Filistinliyim ben anlıyor musunuz?